
Aslı, Sultanbeyli’nin sessiz sokaklarında yürürken ayaklarının altındaki taşların bile hikâyesini duyabiliyordu. Hayat kadınları arasında kaybolmak kolaydı, ama onun için bu sadece bir kayboluş değil, aynı zamanda bir varoluştu. Yüzünü kimseye dönmeden yürür, gece boyunca şehirle konuşur, kendini anlatamadığı insanlara rüzgarla dert yanardı. İstanbul’un en kıyısında, en sessizinde, Aslı’nın sesi sadece gecelerde yankılanırdı.
İnsan bazı hayatlara mecbur kalmaz, sadece mecbur bırakılır
Eskiden güzelliğiyle değil, zekâsıyla anılmak isterdi. Lise yıllarında yazdığı şiirler, okul panosunda asılı kalırdı. Ama sonra hayat geldi, bir masa devrildi, bir ev dağıldı. Bir çocuğun susmasıyla başlayan her şey, bir kadının susarak yaşamasına dönüştü. Aslı, ne tam unutulmak istedi ne de hatırlanmak. O sadece anlaşılmak istiyordu ama bunu dile getirecek cesareti yıllar önce kaybetmişti.
Bir gece, polis arabası sokakta yavaşladı. Aslı başını çevirmedi. Ne kaçtı, ne saklandı. Çünkü artık onun için yasalar, sınırlar, haklar sadece başkalarının sahip olduğu şeylerdi. Ona düşense görünmeden yaşamak, sorulmadan cevap vermekti. Kadere değil, suskunluğa alışmıştı.
Sokakta çalışan diğer kadınlardan farklıydı. Göz teması kurmaz, pazarlık yapmaz, gülümsemezdi. Çünkü o burada iş yapmak için değil, hayatta kalmak için bulunuyordu. Her gün kendine “Bu gece son gece olsun,” diyordu ama sabah olunca uyanan hep aynı yorgun kadındı.
Gün ağardığında, Aslı küçük odaya girip kendini yatağa bıraktı. Tavanı izlerken gözleri kapanmadan önce içinden tek bir cümle geçti: “Bazı insanlar sadece yaşar, ama yaşadıklarını kimse bilmez.”
Bir yanıt yazın